Türkçenin Tarihi Gelişimi Türk dilinin ilk yazılı örnekleri II. Köktürk Kağanlığı'ndan kalmadır.721-735 yılları arasında sırasıyla Bilge Tonyukuk,Köl Tigin ve Bilge Kağan adına dikilen bu üç kitabe aynı zamanda 'Orhon Abideleri' olarak da anılmaktadır. Fakat bu metinler şüphesiz Türk yazı dilinin ilk örnekleri değildir. Çünkü Orhun Abidelerindeki dil, yeni oluşmuş bir yazı dili olarak değil, çok işlenmiş bir yazı dili olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan, Türk yazı dilinin başlangıcını ele geçen bu ilk metinlerden çok daha öncelere götürmek gerekir. Türk yazı dilinin bu yazıtların dikilmesinden sonraki gelişimi dikkate alındığında Orhon yazısı en az üç yüzyıllık bir gelişim aşamasından geçmiş olmalıdır.Buna göre Türk yazı dilinin başlangıcını Milâdın ilk yüzyıllarına, hiç olmazsa Orhun Abidelerinden üç yüzyıl önceye çıkarmak doğru olur. Fakat Orhun Abidelerinden daha eski bir metin ele geçmediği için bu yazı dilini ancak 700'lü yıllardan itibaren takip edebilmekteyiz. I.Köktürk Kağanlığı dönemine ait bir 'Nirvana Sutra' çevirisinin olduğu sonraki yüzyıllarda yazılmış olan eserlerde söylenmiş olsa da bu çeviri günümüzde elimizde değildir.
Tahmini olarak Milâdın ilk yüzyıllarında başladığını kabul ettiğimiz ve ele geçen ilk metinleri 700'lü yıllara ait olan bu yazı dili 12 - 13. yüzyıllara kadar devam etmiş olup, bu devre Türk yazı dilinin ilk devresini oluşturmaktadır. Bu ilk yazı dili devresi ayni zamanda ortak bir yazı dili devresidir. Yani bu yazı dili bütün Türklüğün tek yazı dili olarak kullanılmış, Orta Asya'da geniş bir sahayı kaplayan Türklük âlemi yüzyıllar boyunca hep ayni dille okuyup yazmıştır. O devirden kalma eserlerde görülen ufak tefek farklar ise coğrafya ve zaman farklarından ileri gelen normal ayrılıklar olup tek bir yazı dilinin sınırlarını aşacak nitelikte değildir.
Kâşgarlı'nın en çok beğendiği ve şivelerle karşılaştırırken "Türkçe" diye adlandırdığı, Hakaniye Türkçe'si, yahut başka eserlerde Kâşgar dili, Kâşgar Türkçesi adı ile anılan dil hep bu ilk Türk yazı dilidir. Bu yazı dili devresinden gelen eserlerin büyük bir kısmı Uygur yazısı ile yazılmış olduğu için bu devreye Uygur devresi, bu yazı diline de Uygurca denilebilir. Fakat Türkoloji öğretiminde Türkçenin bu ilk devresi için bugün en uygun isim olarak "Eski Türkçe" adını kullanıyoruz. Türkçenin ondan sonraki çeşitli gelişmelerinin kaynağı hep bu devreye çıkmakla, bugün geniş sahalarda ayrı kollara ayrılmış bulunan Türkçenin bütün şekillerinin kaynağı bu devrede bulunmakta, kısacası, Türkçenin bütün yapısı bu devre ile ortaya konmaktadır. Demek ki bu devre Türkçenin ana Türkçe devresi, ilk devresi, eski devresidir. Eski Türkçeden daha önceki devir ise Türkçenin karanlık devridir. O devir artık Eski Türkçenin Çuvaşça ve Yakutça ile bunların da daha ileride Moğolca ile birleştikleri devirdir.
Eski Türkçenin sonlarında Orta Asya'daki Türk dünyası parçalanarak büyük kütleler hâlinde Hazar Denizinin güney ve kuzeyinden kuzeye ve batıya yayılması, yeni kültür merkezlerinin meydana gelmesi, İslâm kültürünün Türkler arasına gittikçe kuvvetli bir şekilde yerleşmesi, yeni bir yazının kabulü gibi çeşitli dış sebeplerle beraber Türkçenin içinde uzun zamandan beri kendisini hissettiren doğal gelişmeler sonucunda ortaya çıkan büyük değişiklikler yazı dili birliğini parçalayarak Eski Türkçenin ömrünü tamamlamış ve ayrılan Türk kollarının yeni kültür merkezleri etrafında kendi şivelerine dayanan yazı dilleri meydana getirmeleri, birden fazla yeni yazı dilinin doğmasına ve gelişmeye başlamasına neden olmuştur. Böylece 12-13. yüzyıldan sonra biri Kuzey-doğu Türkçesi, diğeri Batı Türkçesi olmak üzere iki Türk yazı dili ortaya çıkmıştır.Son zamanlara kadar devam eden bu yazı dillerinden Kuzey Türkçesi, Kıpçak Türkçesidir. Doğu Türkçesi ise Çağatayca isimiyle anılan ve Timur devrinden başlayarak 15. ve 16.yüzyıllarda güçlü bir edebiyat meydana getirerek en parlak çağını yaşadıktan sonra son zamanda yerini modern Özbekçeye bırakan yazı dilidir.
Batı Türkçe'si Batı Türkçesi'ne gelince, bu yazı dili 12. yüzyılın ikinci yarısı ile 13. yüzyılın ilk yarısında oluşmaya başladığı anlaşılan, 13. yüzyılın ikinci yarısından itibaren de metinlerini günümüze kadar aralıksız bir şekilde takip ettiğimiz yazı dilidir. Selçuklulardan başlayarak bugüne kadar gelen ve devam etmekte olan bu yazı dili, Türkçenin en büyük ve en verimli yazı dili durumundadır.
Batı Türkçesinin esasını Oğuz şivesi oluşturur. Onun için bu yazı diline Oğuz Türkçesi de denilebilir. Oğuz şivesi Hazar Denizinden Balkanlara kadar uzanan coğrafyaya yayılmış bulunan Türkçedir. Bu coğrafya ise batı Türklerinin yaşadığı coğrafyadır.Azeri Türkçesi ve Osmanlı Türkçesi olarak Batı Türkçesinin içinde coğrafya bakımından zamanla iki dil dairesi oluşmuştur.Bunlardan biri Azeri ve Doğu Anadolu sahasını içine alan doğu Oğuzcası, diğeri Osmanlı sahasını içine alan batı Oğuzcasıdır.
Doğu ve batı Oğuzcaları arasında ilk yüzyıllarda çok küçük coğrafya farkları dışında bir ayrılık mevcut olmamış, bu coğrafya farkları yavaş yavaş genişleyerek ancak 17. yüzyıldan sonra doğu ve batı Oğuzca dairelerini oluşturmuştur. Bununla beraber arada yine iki yazı dili olacak kadar fark mevcut değildir ve her ikisi de aynı şiveye, yani Oğuz şivesine dayandıkları için Azeri ve Osmanlı Türkçeleri ancak tek bir yazı dilinin kardeş iki dairesi sayılabilirler. Esasen doğu ve batı Oğuzcası arasındaki farklar daha çok şivede yani konuşma dilinde kalmış, devamlı olarak Osmanlı kültür ve edebiyatının tesiri altında kalan Azeri sahasında yazı dili, Osmanlı Türkçesinden konuşma dilindeki ile kıyaslanamayacak kadar az bir ayrılık göstermiştir.
Azeri ve Osmanlı Türkçeleri arasında, daha çok şivede kalan bu ayrılığın sebeplerini doğu Oğuzcasına Oğuz dışı Türk şivelerinin, bilhassa zaman zaman kuzeyden gelen Kıpçak unsurlarının yaptığı etki ile İlhanlılardan kalan bazı Moğol izlerinde aramak gerekir. Bunlardan birincisi doğu Oğuzcasını batı Oğuzcasından bazı şekiller bakımından biraz farklı yapmış, ikincisi ise Azeri Türkçesinde bazı Moğol asıllı kelimeler bırakmıştır.
Özellikle konuşma dili bakımından birbirinden farklı olan Azeri ve Osmanlı Türkçesi arasındaki başlıca ayrılıklar, kelime başındaki b-m, kelime içindeki q-ġ, h, ilk hecedeki e-i, kelime başındaki t-d ile yükleme hal eki ve bazı fiil çekim şekilleri etrafında toplanır. Bu ayrılıklar daha çok konuşma dilinde kaldığı, yazı diline yansıyanların ise ancak son devir Azeri Türkçesinde görülebildiği, Azeri sahasında yetişen başlıca edebî şahsiyetlerin bulunduğu 17. asırdan önce de doğu ve batı Oğuzcaları arasında kayda değer bir ayrılık bulunmadığı için bu iki Oğuz Türkçesi yazı dili olarak Batı Türkçesi adı altında bir bütün olarak kabul edilebilirler.
Batı Türkçe'si uzun gelişme seyri içinde bugüne kadar iç ve dış yapısı bakımından çeşitli gelişmeler ve değişiklikler göstermiştir. İç yapı bakımından gösterdiği değişiklikler, Türkçe kök ve eklerde görülen bazı ses ve şekil değişiklikleri olup, doğrudan doğruya Türkçenin doğal gelişme süreci ile ilgilidir. Dış yapı bakımından Batı Türkçesinde görülen çeşitli safhalar ise, Türkçenin bünyesi ile ilgili olmayıp, onun, içine karışan yabancı unsurlara göre aldığı değişik görünüşlerden ibarettir. Bu unsurlar çeşitli Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerdir. Türklerin İslam kültürü etkisine girmelerinden dolayı Türkçeye sokulan Arapça ve Farsça unsurlar, Türkçeyi Eski Türkçeden sonra, yeni yazı dilleri devresinde istilâya başlamış, bu istilâ bilhassa Batı Türkçesinde korkunç bir gelişme göstererek bir kaç yüzyıl içinde âdeta tanınmaz bir hâle getirmiştir.
Arapça ve Farsça unsurların Batı Türkçesi içindeki durumu yüzyıllar boyunca hep aynı olmamış ve çeşitli safhalar gelişmiştir. Bu sebeple Batı Türkçe'si içinde hem Türkçe bakımından, hem de yabancı unsurlar bakımından birbirinden farklı bir kaç devre var diyebiliriz.
13. yüzyıldan günümüze kadar Batı Türklerinin yazı dili olarak gelmiş bulunan Batı Türkçesi iç ve dış gelişme ve değişiklikler bakımından şu üç devreye ayrılır:
1. Eski Anadolu Türkçesi
2. Osmanlı Türkçesi
3. Türkiye Türkçesi
Eski Anadolu Türkçesi 13, 14 ve 15. yüzyıllardaki Türkçedir. Batı Türkçesinin ilk devrini oluşturan Eski Anadolu Türkçesi özellikle Türkçe bakımından kendisinden sonraki iki devreden çok farklıdır. Bu devreye Batı Türkçesinin kuruluş devresi olarak bakmak gerekir. Batı Türkçesini Eski Türkçeye bağlayan birçok bağ da bu devrede kendisini iyice hissettirmektedir. Bu devreden sonraki Türkçede gördüğümüz birçok yeni şekiller Eski Türkçedeki eski şekillerinin izlerini taşımaktadırlar. Eski Anadolu Türkçe'si bir taraftan Eski Türkçenin izlerini taşırken diğer taraftan köklerde ve eklerde bazı ses ve şekil ayrılıkları göstermek suretiyle Osmanlı Türkçesi ve Türkiye Türkçesinden biraz ayrılır.
Eski Anadolu Türkçesi yabancı unsurlar bakımından denilebilir ki Batı Türkçesinin en temiz devridir. Bu devirde Türkçeye Arapça ve Farsça unsurlar girmeye başlamıştır. Fakat bu unsurlar kesifliğini yavaş yavaş arttırmış ve ancak devrenin sonlarında geniş bir istilâ başlangıcı hâlini alarak Osmanlı Türkçesinin doğuşunu hazırlamıştır. Eski Anadolu metinlerinde görülen Arapça ve Farsça kelimeler henüz çok fazla olmadığı gibi devrenin sonlarına doğru artan terkipler de henüz açık ve basit bir durumdadır. Yabancı unsurlar bakımından bu devirde manzum ve mensur metinler arasında da oldukça fark vardır.
Eski Anadolu Türkçesinin cümle yapısı, Türkçenin başlangıcından bugüne kadar hep aynı kalan normal cümle yapısı dışına çıkmamıştır. Gerek nesirde, gerek şiirde Türk cümlesi bu devirde normal, sade, anlaşılan, unsurları yerli yerinde ve doğru cümle olarak kalmış, tercüme sadakati yüzünden nadir olarak kırıldığı yerler dışında,genellikle sağlam yapısını koruyarak Osmanlı Türkçesi devrine girmiştir.
Osmanlı Türkçesi Batı Türkçesinin ikinci devri olup 15. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın başlarına kadar devam etmiş olan yazı dilidir. Dört yüzyıldan fazla bir ömrü olan Osmanlı Türkçesi, şüphesiz hep aynı kalmamıştır. Fakat iç ve dış bakımından esas nitelikleri itibariyle Osmanlı Türkçesi adı altında bu ismin çok iyi ifade ettiği bir bütünlük gösterir. Türkçe bakımından, Osmanlı Türkçesinde önemli hiçbir değişiklik olmamış, Eski Anadolu Türkçesinden sonra günümüze kadar Türkçenin başlıca şekilleri hemen hemen hep aynı kalmıştır. Yani gramer şekilleri bakımından Osmanlı Türkçesi ile Türkiye Türkçesi arasında belirli bir ayrılık yoktur.Eski Anadolu Türkçesi, Batı Türkçesinin eski gramer şekillerini, Osmanlı Türkçesi ile Türkiye Türkçesi ise Batı Türkçesinin yeni gramer şekillerini içeren devrelerdir.Gramer şekilleri bakımından Osmanlı Türkçesi ile Türkiye Türkçesi arasında bir devre farkı yoktur. Devrelerin birbirine geçişi keskin çizgilerle ayrılamayacağı için eski Anadolu Türkçesi ile Osmanlı Türkçesi arasında da uzun bir geçiş safhası olmuştur.
16. yüzyıldan günümüze kadar Türkçe, gramer şekilleri bakımından belirli hiçbir gelişme kaydetmemiştir. Osmanlı Türkçesini Batı Türkçesi içinde özellikle Türkiye Türkçesinden ayrı bir devre hâlinde tutan şey onun dış yapısıdır. İç yapı , yani Türkçe bakımından yalnız Eski Anadolu Türkçesinden farklı bulunan Osmanlı Türkçesi, dış yapı, yani yabancı unsurlar bakımından Eski Anadolu Türkçesinden de, Türkiye Türkçesinden de çok büyük farklarla ayrılan bir devre manzarası gösterir.
Türkçenin yabancı unsurlar tarafından tam mânâsıyla istilâ edildiği bu devre, Arapça ve Farsça unsurların Türkçeyi son haddine kadar sardığı devredir. Osmanlıca devrinde Türkçeyi saran bu Arapça ve Farsça unsurlar, sayısız Arapça ve Farsça kelime ve terkipler olup esas itibariyle isimdirler. Bu müthiş istilâdan fiil kökleri bile yakasını kurtaramamış, Türkçenin basit fiil kökleri yerine Arapça ve Farsça kelimelerle Türkçe yardımcı fiillerden yapılmış birleşik fiiller kullanılarak Türkçe, bugün de yaşamakta olan sayısız yabancı köklü birleşik fiil ile dolmuştur. Cümle yapısı da, Türkçe kalmakla beraber, ağır darbeler yemekten kendisini kurtaramamış, birçok defa esas bünyesi yıkılarak bozuk bir kelime yığınından ibaret olmuştur.
Osmanlı Türkçesi döneminde Türkçe; Eski Anadolu devresindeki duruluğunu kaybetmiş, yabancı unsurların etkisi iyice artmıştır.Bu devrede karışık dil, koyuluğunun son haddine varmış, yapısı güçlükle Türkçeye benzeyen yazı dilinde Arapça ve Farsça unsurlar arasında Türkçe unsurlar âdeta görünmez olmuştur. Osmanlı Türkçesi böylece Türkçelikten çıkmış bir hâle geldikten sonra nihayet üçüzlü sun'î dilin en yüksek noktasından aşağıya doğru dönmeğe başlamıştır
20. yüzyılın başlarında Osmanlı Türkçesinin hayatı sona ermiş ve Türkiye Türkçesine geçilmiştir. Osmanlı Türkçesinin son devrini eskisinden ayıran önemli bir fark da batıdan gelen yeni sözcüklerin, yeni yeni Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerin yazı diline sokulması ve uydurulmasıdır. Bu konuda bazen çok yapmacık hareketler olmuş,sözlüklere bakarak yazı yazanlar bile çıkmıştır. Eski devirde de koyu Osmanlı Türkçesinin yanında görülen oldukça sade dil örnekleri bu son devrede genel yazı dilinin yanı sıra sayılarını çok arttırmışlardır.
Devrenin sonları ise Türkçenin aydınlığa çıkışının açık müjdeleri ile doludur. Öyle ki bu devir eserlerinin bir eli Osmanlı Türkçesinde, bir eli Türkiye Türkçesindedir. Osmanlı Türkçesinin sonlarında yazı dili yabancı unsurlar ve terkiplerden süratle temizlenmiş, böylece 20. yüzyılın başlarında terkipli karışık dil tarihe karışarak yerini Türkiye Türkçesine bırakmıştır.
Türkiye Türkçesi Batı Türkçesinin üçüncü devresidir. Bugün de devam etmekte olan bu devre, 1908 meşrutiyetinden sonra başlar. Bu yeni devrenin 1908 meşrutiyetinden sonra başlayan ve Cumhuriyete kadar devam eden ilk safhası Türkiye Türkçesinin başlangıç devridir.Bu kısa devirde çok hızlı bir şekilde ortaya çıkan yeni yazı dilinin yanında Osmanlı Türkçesi henüz tamamıyla sahneden çekilmiş değildir. Fakat tam anlamıyla son günlerini yaşamakta ve genel yazı dili olmaktan çıkmaktadır. Bu devir Osmanlı Türkçesinin son örnekleri ile Türkiye Türkçesinin ilk örneklerinin yan yana bulunduğu devirdir.
Türkiye Türkçesini Osmanlı Türkçesinden ayıran başlıca özellik onun yabancı unsurlar karşısındaki durumudur, Dilin iç yapısı, yani Türkçe bakımından Batı Türkçesinin bu iki devresi arasında bir devre farkı olmadığını, bu iki devrenin yabancı unsurlar bakımından ayrı devreler teşkil ettiğini yukarıda da açıklamıştık. Yabancı unsurlar bakımından bu iki devre arasında gerçekten çok büyük bir fark vardır. Bu farkın en önemli tarafı terkipler bakımından olan ayrılıktır. Türkiye Türkçesi terkipsiz Türkçedir. Türkiye Türkçesinin en belirli özelliği budur. Bu bakımdan Türkiye Türkçesi Bütün Türkçenin en temiz devridir.
Az ve basit olmakla beraber Eski Anadolu Türkçesinde yabancı terkipler vardı. Osmanlı Türkçesi tam mânâsıyla terkipli dil demektir. Türkiye Türkçesi ise Türk yazı dilinin bu Arapça, Farsça terkiplerden kurtulmuş olduğu devridir.
Bir dil, yabancı bir dilin etkisinde kalabilir, bu etki sözlük hazinesinde yani kelime sahasında kaldığı müddetçe ne kadar aşırı olursa olsun dil için bir tehlike oluşturmaz. Fakat kelime sahasını aşar ve kelime guruplarına, cümle sahasına el atarsa dilin yapısı tehlikeye girer ve dilin gelişimi çığırından çıkar. Dilin, yapısını ayakta tutabilmesi ve bunlara direnç gösterebilmesi için çok sağlam bir yapıya sahip olması gerekir.
Osmanlı Türkçesinde Türkçeye korkunç bir oranda karışan Arapça ve Farsça terkipler de bu şekilde kelime sahasında kalmayan, cümle sahasına giren yabancı unsurlardı. Türkçenin yapısı çok sağlam olduğu için bunlara yüzyıllarca direnebilbiş ve zamanı gelince onlardan kolaylıkla silkinerek kendi yapısı ile baş başa kalmıştır. Fakat bu yabancı unsurlar onun ifade kabiliyeti için çok zararlı olmuşlar, onun gelişmesini yüzyıllarca geciktirmişlerdir.İşte Türkiye Türkçesini Osmanlı Türkçesinden ayıran en büyük özellik onun bu şekilde terkipsiz Türkçe olmasıdır. Bugün yabancı kelime sayısı büyük ölçüde azalmış ve azalmaktadır. Fakat, bir kısmı konuşma diline de yerleşmiş olduğu için, Türkiye Türkçesinde bugün hâlâ pek çok Arapça ve Farsça kelime vardır. Osmanlı Türkçesi ile kıyaslanamayacak kadar temiz bir durumda olmakla beraber, Eski Anadolu Türkçesinden daha çok yabancı kelime içermektedir.
Türkiye Türkçesinin diğer devrelerden bir farkı da batı dillerinden bazı yabancı kelimeler almış olmasıdır. Türkiye Türkçesinde cümle yapısı da büyük bir aydınlığa kavuşmuştur. Bu devrede Türk cümlesi eski devrelerdeki karışık ve gereksiz uzunluğundan kurtulmuş, kısa, derli toplu yanlışsız cümle hâline gelmiştir. Osmanlı Türkçesinden Türkiye Türkçesine geçiş, yazı dilini konuşma diline yaklaştırarak olmuştur.Türk yazı dilini daima temiz kalan konuşma diline yaklaştırınca yazı dili kolaylıkla Türkçeyi bulmuş ve sun'i Osmanlıca tarihe karışmıştır.
Esasen Türkçe'ye sokulmuş olan yabancı unsurlar Arapça, Farsça gibi gerek köken, gerek yapı bakımından Türkçe ile hiç ilgisi bulunmayan bir Sâmi, bir Hind-Avrupa dilinden gelme idi. Bu sebeple bu unsurlar Türkçe'nin bünyesi içinde daima yabancı kalmış ve büyük sun'iliğe dayanan iğreti durumlar, yazı dili konuşma dili kaynağına dönünce çabucak sarsılarak üçüzlü sun'î dil en kısa zamanda yıkılıp gitmiştir.
Yazı dili konuşma diline yaklaştırılırken geçmişten beri kültür merkezi olarak Türkçe bakımından esasen yazı dilinin dayandığı konuşma diline sahip olan İstanbul Türkçesi esas alınmıştır. Bu sebeple bu gün Türk yazı dili yani Türkiye Türkçesi hemen hemen İstanbul konuşma dilinin, İstanbul Türkçesinin aynısıdır.
Batı Türkçesi kendi içinde birbirini takip eden ve birbirini geçmiş bulunan üç devreye ayrılmaktadır. Bu devrelerin birincisi olan ve iki asır devam eden Eski Anadolu Türkçesi Selçuklular, Anadolu beylikleri ve ilk Osmanlıların yazı dilidir. İkinci devre İstanbul'un fethinden Osmanlı İmparatorluğunun sonuna kadar imparatorluğun yazı dili olarak beş asra yakın bir Ömür sürmüş bulunan Osmanlı Türkçesidir. Üçüncü devreyi oluşturan Türkiye Türkçesinin hayatı ise henüz bir yüzyılı geçmemiştir. Yani, Osmanlı Türkçesi Batı Türkçesinin en uzun devresidir. Bu uzun devre Batı Türkçesinin ayni zamanda en güç devresidir. Bu devir metinlerin üzerine eğilirken üçüzlü yazı dilinde Türkçeden başka iki yabancı ortağın gerekli kurallarını da bilmek gerekir. Türkçeye kendi kurallarıyla girmiş bulunan bu yabancı unsurlar, bir taraftan Eski Anadolu Türkçesinde görünmeğe başlamış olduğu, diğer taraftan, kelime hâlinde de olsa, Türkiye Türkçesine de taşmış bulunduğu için bir dereceye kadar Osmanlı Türkçesinden önceki ve sonraki devreleri de ilgilendirirler. Osmanlı Türkçesindeki Arapça, Farsça unsurların içeriğini öğrenmek ilk ve son devrenin yabancı unsurlarını da yakından görüp bilmek demektir.
Türkçe bakımından ise Osmanlı Türkçesi, Türkiye Türkçesinden farklı olmadığı gibi, Eski Anadolu Türkçesine de bağlıdır. Bu yüzden onun Türkçe cephesini ele alırken Türkiye Türkçesi ile Eski Anadolu Türkçesini de ele almış oluruz.
Süleyman ELÇİBEY
